Ağustos, 2014’te kaleme aldığım vefa ve vefayla ilgili güncellediğim deneme yazısı:
“Arapça’dan Türkçe’ye geçen “vefa” kelimesi Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde “sevgide sebat, sevgide durma, sevgi bağlılığı” olarak tanımlanmaktadır. Vefa kelimesine Farsça’dan “-kâr” ekinin eklenmesiyle de “vefakâr” kelimesi türemiştir. Vefakâr kelimesiyse “sevgi bağlılığı olan, yani vefalı” anlamına gelmektedir. Bu kelimenin olumsuzuysa “vefasız” kelimesiyle karşılanmaktadır.
Âşık ile maşukun sınırlarını çoktan aşmış olan vefa ve türevleri aslında insan olmanın özüne vurgu yapmaktadır. Lakin insanoğlunun çoğu için yakıştırılan “nankör” sıfatına karşılık “vefa” çok büyük önem arz etmektedir. Çünkü nankörlüğünün temelinde ‘çıkarcılık ve bencillik’ vardır.
İktisadi anlamda rasyonel bir varlık olan insanoğlu, esasında akılcı düşünen bir varlıktır. Doğaldır ki, çıkarını maksimize etmesi normaldir. Ancak önemli olan çıkarcı davranmak değil, akıllı davranmaktır. Akıllı davranırken de aklı; vicdan, gönülden soyutlamamak gerekmektedir. Lakin insanî olan da budur. Onun yolu da başkalarına zarar vermemekten, mümkünse iyilik yapmaktan geçmektedir. Öyle ki, bizim kültürümüzde bir yetimin başını okşamak bile “iyiliktir”. Sonuç olarak önemli olan da ‘iyi insan’ olmak değil midir?
Vefa, sadakat, kadir-kıymet, gönül borcu, ahde-vefa gibi kelimeler birbiriyle iç içe geçmiş kavramlardır. Bundan dolayı ki, bu kavramları birbirinden ayırmak da imkânsızdır.
Vefa deyince aklıma ilk olarak Vefa Semti gelmektedir. Şeyh Vefa Konevi’den adını alan semt, sanki vefanın yüzyıllar öncesinden günümüze ulaşan bir timsali olmuştur.
Sadâkat deyince de Gustave Flaubert tarafından yazılan ‘Madam Bovary’ adlı roman aklıma gelir. Sadâkat üzerine, daha doğrusu sadâkatsizlik üzerine okunması gereken bir kitaptır.
Kadir-kıymet bilme deyimiyle vefa arasında da sıkı bir ilişki olduğunu düşünüyorum. Kadir-kıymet, yapılan iyiliği unutmamayı ve bunun karşılığında gösterilmesi gereken bir saygıyı ifade etmektedir.
Gönül borcu, kadir-kıymetin Türkçe hâli olarak karşımıza çıksa da, anlam bakımından birbirini tam karşılamadığını düşünüyorum. Öyle ki, gönül borcundaki karşılık daha çok soyut ve manevîdir. “Gönül” kelimesi yalnız ve yalnız bizim kültürümüze has olup, başka dilde ve kültürde karşılığı olmayan yegâne bir kavramdır.
Sonuç olarak, gün geçtikçe vefa ve türevlerinin önemi azalmaktadır. Maddi unsurların öne çıktığı çağımızda geçmişin mânâ yüklü kavram ve değerleri bir bir yıkılmaktadır. Günümüzün en geçerli kavramı olan ‘köşeyi dönme’ deyimi tam olarak ‘çıkarcı ve bencil” bir kişiliği çağrıştırmaktadır. Onun da yolu vefasızlığa ve sadâkatsizliğe çıkmaktadır. Çıkarcılık ve bencillik üzerine kurulu bir sosyal yaşamda kardeş kardeşi, arkadaş arkadaşı, komşu komşuyu tanımamaktadır. Tabiri caizse ‘hep bana’ ya da ‘bana ne’ yahut ‘herkes yoluna’ deyimleri hayatımızın belirleyicisi olmaktadır.
Vefa içinde vefalı dostlar ve toplumlar olmak dileğiyle…”
* * *
-10 Ekim 2004/ Samsun-
“Seni mazimin karanlığına gömdüm,
Saf duygularımızın içinde bıraktım, öylece!
Gülüşündeki kokunda, ihaneti gördüm,
Baktım soğuk renklerden çizilmiş resmine!
Ardan nasiplenmemiş edebine tükürdüm,
Haykırdım son kez, katılaşmış yüreğine!
Lakin en çok da vefasız tavrına küstüm,
Kördüğüm attım kalemimin mürekkebine!”